PİLOT
"Sayın yolcularımız, uçağımız bilinmeyen bir yerden geçmekte olup, hava koşulları ise hafif rüzgarlı ve açıktır. Varacağımız yerde hava sıcaklığı 23 derecedir." dedi pilot. Kendi kontrolünde olan bir uçak kumanda sistemine sahipti. Her şey yolunda gidiyordu. Yerin binlerce kilometre yukarısında küçük küme bulutlarının arasından geçiyor ve gün batımı yavaş yavaş yaklaşmasını seyrediyordu.
Varacakları yerin ne durumda olduğunu ara ara kuleden bildiriyordu. Pilot, artık ferahlığa kavuşmuş, yardımcısıyla sohbete dalmıştı. Birkaç kilometre sonra birden hava karardı. Şaşkınlıkla mütevellit bunu alışkın olduğu bir durummuş gibi yadırgamadı pilot. Birden uyku bastırmaya başladı. Kendini hüzne boğmak istedi. Bulutlar artık kaybolmuştu, kapkaranlık bir gök vardı etrafında. Yardımcı pilot da sesini kesmiş, buzdan heykel gibi duruyordu yanında. Garipseyerek tekrar baktı sağına, yardımcısı sanki hiç ona bakılmamış gibi tepki vermedi. Bugün dolsun diye dua etti içinden, anlam veremediği bir sıkıntı vardı, fakat diğer yandan da beyninin içine bir güç enjekte edilmişti. O güç o kadar ağır hissettirdi ki kafasını doğru dürüst hareket ettiremiyordu. Sanki zilzurna sarhoşmuş gibi kalkamadı bir anda yerinden. Yardımcısına güvenemedi, önündeki otomatik pilot tuşu ayarlarına bastı. Bir anda önünde ışık parladı, şimşek çaktı diye düşündü, hayal gibiydi. Bu olamaz diye düşündü hiçbir yerde bulut yoktu, her şey önünde apaçıktı. Varacakları şehrin ışıkları hafiften görünmeye başladı. Çok şükür sonunda diye bir oh çekti. Artık kalkıp lavaboya gitmeliydi, bir elini yüzünü yıkayıp, beynindeki bu ağır olan güçten kurtulması gerekiyordu. Kalktı koltuğundan ilerledi ve bir kaç dakika lavaboda durdu. Ellerini kuruladı ve kapıyı açtı, bir hışımla önünden siyah bir şerit geçti, gözlerini çok hızlı kırpıştırarak, gidenin arkasından baktı, kabin memuruydu. Arkasından iyice inceledi ve tuhaf bir şey fark etti. Uçuş öncesi lacivert etekli, yelekli ve beyaz gömlekli olan kabin memuru şimdi siyah bir ince uzun ceket gibi bir şey giymişti ve bu ceket yürüdükçe hafif havalanma yapıyordu. Bu yol bu kadar uzun olmamalı diye düşündü pilot, nasılsa uçağı otomatik pilota almıştı, hem bir sorun olursa yardımcısı da oradaydı, ne yapılması gerektiğini bilirdi. Yolcuların olduğu bölüme ilerlemeye başladı. İlk bölümdeki yolcuların hepsi uyuyordu. Hiçbir şeyin farkında değildiler. İkinci bölümdeki yani ilk bölümdekilere göre daha ucuz bilet almış yolcuların ise kimisi uyuyor, kimisi ise kemerlerini gevşetmeye çalışır gibi yerlerinde kıpırdanıyordu. Durun bir dakika dedi kendi kendine. "Siz yolcular neden siyah giydiniz?" diye sordu alçak sesle. Kimse duymadı. Duyanlar ise göz ucuyla pilota bakarak cevap vermediler. Herkes uyuşmuş muydu? Neden pilotun yerinden kalkıp dolaşmasından dolayı telaşlanmıyorlardı? Son bölüme geldi pilot, "en ucuz" olan yere... Gözleri olabildiğince açık kaldı şaşkınlıktan, ağzı da gözleriyle aynı oranda açıktı. Hızlı nefes alıp vermesinden dolayı kuruyan ağzını yutkunmak için kapattı. Bir sağına bir de soluna baktı ve gördüğü şey tüm yolcuların ayakta, hazır ol vaziyette dikildiğiydi. Neler olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Bir diğer garip şey de hepsi kıyafetinin üzerine kabin memurunun da giydiği siyah uzun ceketten giymişti. Yolculardan hiçbiri pilota bakmıyordu sadece oldukları yerde dikiliyorlardı. Hepsi sanki iskeleti andırıyordu. Tek farkı et ve kasla kaplı olmalarıydı. Gördüğü manzaradan sonra kalplerinin attığından bile şüpheleniyordu. "Neler oluyor burada?" diye sordu yüksek sesle. Daha yüksek sesle onlara kendilerine ne olduğunu sordu. Birinin cevap vermesini bekledi ama cevap alamadı. İçini korku ve endişe kapladı. Hepsinin bir hastalığa yakalanmış olduğunu düşündü, bir an önce kuleyle konuşup durumu bildirmeliydi. Arkasına dönüp kendi yerine hızlıca yürümeye başladı. Bir yandan giderken etrafına, yolcularına bakıyordu, ilk baktığı kabindeki yolcularda ayağa kalkmaya başlamıştı. Sanırım aklını yitiyordu. Sonunda kokpitine varmıştı. Durdu bir an koltuğunda biri oturuyordu. Kendisinden daha iri biriydi bu. "Ne işin var burada?" diye sordu. O, hiçbir şekilde arkasına dönme gereği duymadı, pilotun duyduğu tek şey kısa bir gülme sesiydi. "Kalk yerimden çabuk." diye bağırdı pilot. O ise birden kafasını baykuş gibi çevirerek sadece " Bitti." dedi ve hızlı bir hamleyle uçağı olduğu yerden indirmeye başladı. Pilot olduğu yere düştü. Beyni gitgide uyuşmaya başladı, sanırım uykusu geliyordu, yoksa bayılıyor muydu? Kalp atışları yavaşlamaya başladı. Yerinde oturan o "şey" ise hafif pilota doğru yönelerek elini pilotun yüzüne yaklaştırdı. Pilot artık güneşten de parlak bir ışık görüyordu. Gerisi sonsuz karanlık.
Büşra ÖNDAR
Varacakları yerin ne durumda olduğunu ara ara kuleden bildiriyordu. Pilot, artık ferahlığa kavuşmuş, yardımcısıyla sohbete dalmıştı. Birkaç kilometre sonra birden hava karardı. Şaşkınlıkla mütevellit bunu alışkın olduğu bir durummuş gibi yadırgamadı pilot. Birden uyku bastırmaya başladı. Kendini hüzne boğmak istedi. Bulutlar artık kaybolmuştu, kapkaranlık bir gök vardı etrafında. Yardımcı pilot da sesini kesmiş, buzdan heykel gibi duruyordu yanında. Garipseyerek tekrar baktı sağına, yardımcısı sanki hiç ona bakılmamış gibi tepki vermedi. Bugün dolsun diye dua etti içinden, anlam veremediği bir sıkıntı vardı, fakat diğer yandan da beyninin içine bir güç enjekte edilmişti. O güç o kadar ağır hissettirdi ki kafasını doğru dürüst hareket ettiremiyordu. Sanki zilzurna sarhoşmuş gibi kalkamadı bir anda yerinden. Yardımcısına güvenemedi, önündeki otomatik pilot tuşu ayarlarına bastı. Bir anda önünde ışık parladı, şimşek çaktı diye düşündü, hayal gibiydi. Bu olamaz diye düşündü hiçbir yerde bulut yoktu, her şey önünde apaçıktı. Varacakları şehrin ışıkları hafiften görünmeye başladı. Çok şükür sonunda diye bir oh çekti. Artık kalkıp lavaboya gitmeliydi, bir elini yüzünü yıkayıp, beynindeki bu ağır olan güçten kurtulması gerekiyordu. Kalktı koltuğundan ilerledi ve bir kaç dakika lavaboda durdu. Ellerini kuruladı ve kapıyı açtı, bir hışımla önünden siyah bir şerit geçti, gözlerini çok hızlı kırpıştırarak, gidenin arkasından baktı, kabin memuruydu. Arkasından iyice inceledi ve tuhaf bir şey fark etti. Uçuş öncesi lacivert etekli, yelekli ve beyaz gömlekli olan kabin memuru şimdi siyah bir ince uzun ceket gibi bir şey giymişti ve bu ceket yürüdükçe hafif havalanma yapıyordu. Bu yol bu kadar uzun olmamalı diye düşündü pilot, nasılsa uçağı otomatik pilota almıştı, hem bir sorun olursa yardımcısı da oradaydı, ne yapılması gerektiğini bilirdi. Yolcuların olduğu bölüme ilerlemeye başladı. İlk bölümdeki yolcuların hepsi uyuyordu. Hiçbir şeyin farkında değildiler. İkinci bölümdeki yani ilk bölümdekilere göre daha ucuz bilet almış yolcuların ise kimisi uyuyor, kimisi ise kemerlerini gevşetmeye çalışır gibi yerlerinde kıpırdanıyordu. Durun bir dakika dedi kendi kendine. "Siz yolcular neden siyah giydiniz?" diye sordu alçak sesle. Kimse duymadı. Duyanlar ise göz ucuyla pilota bakarak cevap vermediler. Herkes uyuşmuş muydu? Neden pilotun yerinden kalkıp dolaşmasından dolayı telaşlanmıyorlardı? Son bölüme geldi pilot, "en ucuz" olan yere... Gözleri olabildiğince açık kaldı şaşkınlıktan, ağzı da gözleriyle aynı oranda açıktı. Hızlı nefes alıp vermesinden dolayı kuruyan ağzını yutkunmak için kapattı. Bir sağına bir de soluna baktı ve gördüğü şey tüm yolcuların ayakta, hazır ol vaziyette dikildiğiydi. Neler olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Bir diğer garip şey de hepsi kıyafetinin üzerine kabin memurunun da giydiği siyah uzun ceketten giymişti. Yolculardan hiçbiri pilota bakmıyordu sadece oldukları yerde dikiliyorlardı. Hepsi sanki iskeleti andırıyordu. Tek farkı et ve kasla kaplı olmalarıydı. Gördüğü manzaradan sonra kalplerinin attığından bile şüpheleniyordu. "Neler oluyor burada?" diye sordu yüksek sesle. Daha yüksek sesle onlara kendilerine ne olduğunu sordu. Birinin cevap vermesini bekledi ama cevap alamadı. İçini korku ve endişe kapladı. Hepsinin bir hastalığa yakalanmış olduğunu düşündü, bir an önce kuleyle konuşup durumu bildirmeliydi. Arkasına dönüp kendi yerine hızlıca yürümeye başladı. Bir yandan giderken etrafına, yolcularına bakıyordu, ilk baktığı kabindeki yolcularda ayağa kalkmaya başlamıştı. Sanırım aklını yitiyordu. Sonunda kokpitine varmıştı. Durdu bir an koltuğunda biri oturuyordu. Kendisinden daha iri biriydi bu. "Ne işin var burada?" diye sordu. O, hiçbir şekilde arkasına dönme gereği duymadı, pilotun duyduğu tek şey kısa bir gülme sesiydi. "Kalk yerimden çabuk." diye bağırdı pilot. O ise birden kafasını baykuş gibi çevirerek sadece " Bitti." dedi ve hızlı bir hamleyle uçağı olduğu yerden indirmeye başladı. Pilot olduğu yere düştü. Beyni gitgide uyuşmaya başladı, sanırım uykusu geliyordu, yoksa bayılıyor muydu? Kalp atışları yavaşlamaya başladı. Yerinde oturan o "şey" ise hafif pilota doğru yönelerek elini pilotun yüzüne yaklaştırdı. Pilot artık güneşten de parlak bir ışık görüyordu. Gerisi sonsuz karanlık.
Büşra ÖNDAR
Yorumlar
Yorum Gönder