Kayıtlar

Kasım, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

21.11

Almışım elime bir bisküvi bir de çayımı seyrediyorum pencereden yıldızları, daha doğrusu görülebilen birkaç yıldızı... Daha sonra kendi yansımama bakıyorum, gözlerim gözlerime odaklanıyor, ne bisküvi yemeyi ne de çay içmeyi düşünüyorum. Gözüm göz bebeklerime bakıyor ve bunların ışıltılarını düşünüyorum ve sonra diyorum ki kendi kendime eskiden daha canlıydı sanki, daha çabuk canlanırdı en azından. Bilmem kaç zaman geçmiş üstünden diyorum bu sefer azalan yıldızlara bakıyorum, şuanda benim için daha önemsiz olan yıldızlara. Eskiden rüyalarımda yıldızlara giderdim. Şimdilerde yer üstünde kalmaktan, hayata tutunmaya çalışmaktan başka bir şey görmüyorum. Sonra canım birden şarkı açıp dinlemek istiyor bunun da ancak tek bir şarkı olacağını bilip bilgisayardan " Düş Sokağı Sakinleri-Ayrılık" dinliyorum. Bir dinginlik buluyor ki beni sorma, uykum gelmeye başlıyor yavaşça. Üst üste birkaç defa dinliyorum. O kadar çok kaptırmışım ki kendimi çayım soğumuş sonunda. Tıpkı geride kalanlar ...

ZAN

Biliyordum seçimlerimin beni yönlendirdiğini, Kendimin cezasını yine kendim kestiğimi, Tutuklanırım korkusu olmadan, Bilmediğim bir yere hapsettim kendimi. Karışamazlardı ne bana ne de geçmişime, Yaşar ve görürdüm kendimce, Ağır aksak adımlarla giderken, Birden hızlanırdım sevince sevilince. Sevilmek yere sağlam bastırırdı da beni, Ah şu sevmenin yok mu delicesi, Ruhumu zan altında bırakırkenki halini, Tutamadım hapsettim her şeyimi.                                                     Büşra ÖNDAR

GİDİŞİN

Herkes severdi seni; Gülüşünü, Bakışını, Herkes seni izlerdi; Hayata tutunma şeklini, Bırakmayışını, Güç bela duruşunu, Herkes dinlediği şarkı sendi; Yalnızlıklarından kurtuluşları, Gençliklerini hatırlayışları, Herkesin severek izlediği bir dizi idin sen; İçlerini ısıtan, Özlerini hatırlatan, Herkes gidişine çok üzüldü senin; Gençken yolda bıraktıkları bir hüzün, Bir hatıra, Unutamayacakları iz bildiler seni.                                                     Büşra ÖNDAR

BİR FİLM/KALDIRIM SERÇESİ ( La Môme(La Vie En Rose))

Zorluklarla ve hastalığıyla savaş halinde bir hayat geçirmiş küçük Piaf... Sanırım her izlediğimde duygulandıracak nadir biyografi filmlerinden. Küçüklükten ünlü olana dek hep sokaklarda yaşayan daha doğrusu sokakta hayat bulan ve ünlü olduktan sonra amansız hastalığıyla şarkı söylemeye çalışan Edith Piaf'ın hayatını ancak  böyle bir oyuncu canlandırabilirdi: Marion Cotillard... Her izlediğimde oyunculuğuna hayran kalıyorum, deliksiz filmi izliyorum, hem Piaf'ın yaşadığı onca şey hem de Cotillard'ın kendine çeken oyunculuk büyüsü beni duygu yüklü olmama neden oluyor. Sanırım en çok etkilendiğim sahneler Marcel'in ölümü( Edith'in hayatının aşkı), son sahnelerde ölüm döşeğindeyken hayalinde babasının ona küçükkenki vitrinde gördüğü oyuncak bebeği alması, bir de her seferinde şarkı söylemenin ona nefes olduğunu belirtmesi... Film her ne kadar kapalı sonbahar, kış havalarında çekilse de Edith'in sevgi dolu cümleleri ve sevmenin ne kadar önemli, güzel bir şey olduğu ...

BİR KİTAP/ RUH VE BEDEN- LOİC WACQUANT

Resim
Loic WACQUANT- Ruh ve Beden/ Kitap Kapağı Bugün sizlere çok önceden almış olduğum - kütüphanemde okuyacak o kadar çok kitap var ki-  fakat bu yaz okumaya fırsat bulduğum bir etnografik araştırma kitabı olan Loic Wacquant'ın Ruh ve Beden- Acemi Bir Boksörün Defterleri hakkında öznel yorumumu da katarak kısa bir bilgi vereceğim. Kitap öncelikle Nazlı Ökten'in çevirisiyle Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi'nden çıkma. Bende birinci baskısı yani 2012 yılındaki baskısı mevcut. Kitaplarda ilk baskılar her zaman değerlidir bana göre. Konumuza dönecek olursak kitabın isminden yola çıkarak Fransız yazarın(Fransız olduğunu kitapta çokça belirtiyor) "ruh" olarak bahsettiği Amerikalı siyahi gettoların boks mesleğine duydukları bağ, "beden" ise bu bağla her ne olursa olsun ortaya koydukları şeyi kastediyor. "Acemi bir boksör" olarak bahsettiği ise bizzat saha araştırmasını bir boksör olarak kendisinin gerçekleştirdiğidir. Hal böyle olunca "Beyaz bir F...

DEÜ İZİSYOM- SİBER SALDIRILAR VE DOLANDIRICILIK MAĞDURLARI TOPLANTISI

Resim
2 Kasım'da öğrencisi olduğum Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü'nde gerçekleşen Siber Saldırılar hakkında çok faydalı bir toplantıya katıldım. Toplantı, İZİSYÖM'ün (İzmir İl Stratejik Planlama Yönetişim ve Uygulama Merkezi) 38. Farkındalık Toplantısı adı altında yapıldı. Çok fazla uzatmadan size Siber Saldırılar ve Dolandırıcılık hakkında bilgiler vermek istiyorum. Öncelikle toplantıdaki konuşmacıları takdim etmek istiyorum: Prof. Dr. Vahap Tecim'in başkanlığında, Hukukçu Yrd. Doç Dr. Koray Doğan " Telefon ve Bilişim Yoluyla İşlenen Dolandırıcılık Suçu" hakkında, İzmir Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele ekibinden Komiser Ali Tokul " Güvenli İnternet Kullanımı, Güvenli Kart Kullanımı, Güvenli Sosyal Medya Kullanımı ve Güvenli Alışveriş" hakkında,  Sinara Labs Phishing Solutions'dan Ozan Uçar " Siber Saldırılar ve Beyaz Şapkalı Hackerlerin Rolü" hakkında, son olarak TEB'ten Şahin Gör " Bankacılık Sektörü ve Siber Saldırı...

TÜRK DİZİLERİNİN SÜRELERİNİ KISALMASINI SEYİRCİ DE İSTİYOR!

Hep ister dururuz; televizyon karşısına oturduğumuzda o çok sevdiğimiz dizinin reklam olmadan saatler boyu dönüp durmasını. Fakat bu dizi sektöründe imkansız derecede. E nihayetinde buna ben de dahil olmak üzere dizi sürelerinin kısalmasını istiyoruz. Sonuçta saatler boyu ekrana kilitlenmek, dakikalar boyu reklam seyretmek, zamanla sürenin uzunluğundan dolayı dizi konularının, karakterlerinin çıkmaza girip "klasik" leşmesini hiçbirimiz istemiyoruz. Bir de zamanla bizim internet üzerinden ve yabancı kanallardan Amerikan, İngiliz, Kore yapımı dizilerle tanışıp ve onların senaryolarına ve bölüm sürelerine hayran kaldıkça kendi dizilerimizi sorgular olduk.  Bu konu yapımcı ve oyuncu bakış açısından çok konuşulmuş ve değerlendirilmiş ve sonucunda birçok yapımcı ve oyuncu bu konudan şikayetçi. Örneğin Onur Ünlü bir konuşmasında bu konudan bahsetmişti. (O zamanlar Leyla ile Mecnun ekranlardaydı). Leyla ile Mecnun'un 1 saat 20 dakikalık dizi süresini kısaltmak istediklerini hatt...

GİDENE HİTABEN

Bugün üzücü iki haber aldım, ikisi de ölüm üzerineydi; biri yaşlı, biri gençti. Durdum ve düşündüm. Beni korkutan ölüm müydü neydi diye. Hayır değildi, ölümden korkmuyordum, ölümün ardında bıraktıklarından korkuyordum. Düşündüm biraz daha;  evleneli daha 1 yıl olmamış "yârim, sevdiğim" diye seven bir adamın acısını düşündüm. Eşine yazdığı son yazısını okudum, veda ederken de aynı cümleleri söylüyordu ona yalnız tek farkla: "yârim, sevdiğim'i kaybettim"... Diğer yandan da anneyi kaybetmek ve çevrendeki herkesin gittikçe azalması, kolay şeyler değildi. Hep deriz geride kalanlara uzun ömür versin diye ama o uzun ömür onlarsız kim bilir nasıl geçecek bunu düşünmeyiz. En başta da dediğim gibi ölüm korkunç değildi benim için, beni korkutan ardında bıraktığı hayatlar, yakıp yıktığı kaleler... Ölüm olmasın mı? Olsun elbet, ama sevdiklerimizle aynı anda ölemez miyiz?                                   ...